Garip Turunç
“Yeni Türkiye”‘miz için referandumda statükocular’ın rüzgarına kapılımıyalım… PROF.DR.GARİP TURUNÇAnayasa Değişiklik Peketi’ne temelde, hayır veya evet oyu verenleri ve de referanduma katılmama kararı alanları saygıyla karşıyorum. Ve saygıyla karşılamak gerektiğini vurgulak isterim. Lâkin, altı çizilmiş, yüksek sesle dile getirilmiş mutlak hayır ya da mutluk evet, nesnel ve tarafsız değildir. Bu yaklaşıma karşı durmak gerekir. Kişisel özgürlükler yer alan değişiklerin eksiklikleri olmakla birlikte, HSYK ve Anayasa Mahkemesi ‘inin yapısındaki değişiklerle ilgili maddelerin sorunlarına rağmen, değişikler 1982 Anayasası’dan daha ilerde, daha olumlu niteliktedir. Nesnel ve tarafsız görüş olarak bu gerçeği görmeliyiz. Referandumda « evet » oyunun, Türkiye’de « değişimi » sağlıklı bir şekilde etkiliyecek, demokrasiyi ve insan haklarını genişletecek, Türk modernleşme süreceninin hızlandıramasına katkıda bulunacağını, « hayır » oyununsa bu süreci durduracağını düşünüyorum.
Bu görüşüm, altını çizerek tekarar ediyorum : syasî tercihimle hiçbir ilgisi yok. Referandumda oylanacak Anayasa Reform Paketi’nin AK Parti tarafından hazırlanması ; referandum kampanyasında AK Parti’nin « evet », CHP ve MHP’nin « hayır » için uğraşmaları beni ilgilendirmiyor. Bütün samimiyetimle ifade edeyim ki, eğer bu paket AK Parti tarafından değilde CHP veya MHP tarafından getirilmiş olsaydı, ben gene hiç terreddüt etmeden « evet » oyunu savunurdum.
Zira, birkaç gün sonra oylanacak değişikliklerin hepsi bu ülkede yaşayan herkesin çıkarına olan, demokrasiye ve hukuka uygun değişikliklerdir. Avrupa Birliği ülkelerindeki uygulamalar ülkemize taşınıyor. Hukuk sistemimiz, “küçük bir zümrenin” denetiminden kurtarılıyor. Geçici 15. Maddennin kaldırılarak derbecilerden hesap sorabileceğimiz bazı düzelemeler yapılıyor. Bu değişikliklerden sonra bir Genelkurmay Başkanı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na emir verip savcıları işinden attıramayacak. Bu baskıcı sistemin en önemli kilitlerinden biri çözülecek. Antidemokratik uygulamalarıyla Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren cuntacılardan hesap sorulabilecek. Bunlar “Yeni Türkiye” için yeniden güçlü bir umut doğaran büyük ve önemli bir değişimlerdir.
Doğrusu benim anlamakta zorlanıdığım nokta, bu “hayır” diyenlerin niye “hayır”‘ı savundukları. Onlar, “bu değişiklikler demokrasiye aykırı” demiyor, onlar, “bu değişiklikler AKP’nin işine yarar” diyor. Bütün bakış açıları "Birinci önceliğimiz AKP’nin zayıflatılmasıdır, AKP’yi zayıflatacak her şeyin yanında ve AKP’nin savunduğu her şeyin karşısında olacağız… AKP’yi sahneden indirmek için ne gerekirse yapacağız…" anlayışı yatıyor, ki bu da onlar’ın siyasi bir tercihidir…
Ama şu sorunun cevabınıda istiyorum : Eğer solcuysanız, Kürtseniz, Aleviseniz ve bu ülkedeki geleneksel statüko yapısından zarar görüyorsanız, bütün demokratikleşme gelişmeleri AKP'nin “sahneden indirilmesi” üzerinden değerlendirmek acaba nasıl bir sonuca yol açabilecek, nasıl bir “çözüm”e temel oluşturabilecek hiç düşündünüz mü? Kürt ve Alevi sorununlarının çözülmemesi için sistemi on yıllardır kilitleyen “Derin Devlet“ yapıların, bu yeni paket sayesinde, hakkaniyetle yargılanacak olmasını engellemiyor musunuz? Kürt ve Alevi sorunlarının çözümünü engelleyenlerin, faili meçhul infazları yaptıranların suçları ortaya çıkarılmadan bu sorunlar çözülebilir mi? Birazda olsa düşüp bu gerçeleri görmemiz gerekmezmi?
“Neden 13 Eylülde daha özgür, hukuktan yana ve daha çoğulcu bir sabahla uyanmayalım da, bilinmez bir geleceğe erteleyelim “Yeni Türkiye”’nin demokrasi hayallerimizi? Sırf bu değişikliği AKP yapmasın diye, değer mi onca zulmü sürdürmeye? Yoksa CHP-MHP koalisyonunu daha olumlu bir seçenek olarak mı değerlendiriyorsunuz? Bu partiler İktidara gelince Kürtlere, Alivilere AKP’den daha mı sıcak bakacaklar? Kadın konusunda, gayrımüslüm azınlıklar konusunda, birey, farklılıklar gibi başlıklarda daha ileri projeler mi öne sürücekler? Bize daha özgür, daha renkli, daha çoksesli bir proje, daha insanca bir yaşam mı sunacaklar?
Birkaç gün önce, referandumda “evet” diyeceklerini açıklayan, ülkenin en değerli sanatçı ve ebebiyatçılarına, bakın CHP lideri neler söylüyor : “Bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse herhangi bir iktidar, örneğin Orhan Gencebay’ı veya Sezen Aksu’yu sevmeyen bir siyasi iktidar onlara hayatı cehennem edebilir.” Aynı CHP başkanı, sinsi bir üzüntü edasıyla devam ediyor: “Tabii, biz bunu istemiyoruz. Hiç kimse için hiçbir yurttaş için hayat cehenneme dönmemelidir!.. “Evet” derseniz bir gün gelir başınızın belaya girdiğini görürsünüz.”
Bu gibi seçim konuşmalarını izledikçe, mevcut haliyle tabloyu değerlendirdiğimizde; referandumun iktidarın gerçek kaynağı olan halkın menfaatine mi, zararına mı olduğundan ziyade, bunun iktidara ne kadar yarayacağından bahisle ve bu noktadan hareket ile bir bakış açısı ve bunun dolayımında yürütülen bir siyasi tartışma sandıktan çıkan evetleri, hayırları ve yine sandığa gitmeyen boykotları siyasallaştırmaktan öteye geçmez. Demokrasi, bağımsız yargı, insan hakları dolayımında böylesi adımlara zarar verir. Bu angajman çabası ancak milletin iktidarın kaynağı olma yolundaki adımları blokaja uğratmaktan başka bir işe de yaramaz. Bu nedenledir ki, değişikliğin mahiyetinden ve getirilerinden ziyade; bu ve benzeri söylemler siyasallaşmış bir ideolojik okumanın ürünü olup, siyaset magazini olarak değerlendirilmekten öteye geçemez. Bu sebeple oy kullanacak olanların yahut sandığa gitmeyecek olanların siyasi parti zemininden ayrık olarak ferdi olarak düşünüp oyunu kullanması ya da bir biçimde karar vermesi gerekmektedir. Zira oylanan bir ideolojik durum değildir, bu açıdan bakmak ekseni kaydırma çabasından başka bir şey olamaz.
Anayasa değişikliklerinin demokrasi açısından ne ifade ettiğini, ne gibi artı ve eksilere sahip olduğunu AK Parti ile ilgili hislerden bağımsız olarak değerlendirilmediği sürece, tabloyu sağlıklı bir şekilde okuyabilmek mümkün olamaz. Yarın AKP gider, bu değişiklikler kalır. Anayasa değişikliğine asıl direnen, evet asıl olarak direnen statükodur, statükoculardır. Bunlar, demokratik gelişmeye ve toplumsal barışa karşı var gücüyle direniyor!
Asıl önemlisi şu ki...Statükoyu sadece yargı kurumları ile sivil ve askeri bürokrasinin rejim üzerindeki vesayetinden ibaret sanmak bu direnci tam olarak anlamayı ve aşmayı engelliyor. Doğrudur; statükonun "yuva"sı devlettir. Fakat statükoculuk çok geniş bir "coğrafya"dır. Toplumun çeşitli kesimlerine ve çok derinlere nüfuz etmiştir. Dilerim, Muhaliflerin, Kürtlerin, Alevilerin ve solcuların statükocuların yarattığı rüzgarın etkisinde kalıp gitmezler...
Siyasi, özgürlükçü sol ve sosyal demokratik duruşu benimsemiş biri olarak, bu düezenlemelere “evet“ demek kadar siradan ve doğal ne olabilir? Makul bir soldan beklenen, herhalde demokratik bir rejimin en sıradan yurtaşlık haklarına karşı çıkması değil; bu haklardaki en ufak bir genişlemelerin öncellikle kendi çıkarına olduğunun farkına varması ve bu hakları daha ileriye götüreceğini, AKP gibi muhafazakâr bir partinin paketindeki “yoklar“ listesini (zorunlu din dersileri, cemevleri’ni ibadethane olarak kabul edilmesi, anadilde eğitim yasağı, yüzde 10 seçim barajı, kamu emekçilerinin sendikal hakları üzerindeki halen mevcut olan kısıtlamalar ve daha bir sürü şey) vurgulayarak kendi iktidarında özgürlükçü bir anayasa değişikliğinin toplumun bütün mağdur kesimleriyle omuz umuza gelerek nasıl yapılacağını anlatmaktır.
Bunu yaptığımız oranda da siyaset, insan hayatını kolaylaştıran katma değerlerin üretildiği bir mekanizma olacaktır. Aksi halde siyasetçi ile vatandaş arasındaki yönetim/yönetilme ilişkisi hep “sürü-çoban” mantığıyla kurgulanmaya devam edecektir. Bilindiği gibi : Demokratik sistemlerde kurucu irade halktır. Halkın bu iradesinin yansıma imkanlarından birisi de önümüzdeki Pazar günü yapılacak halk oylamasıdır.
Evet, Türkiye‘nin tarihi kavşaklarından birisi yaşanacaktır bu 12 Eylül‘de. Referandum Peketi’ine getirilerinin ve götürülerinin siyaset zeminine taşınmadan tartışılması herkesin boynunun borcudur. Bugünde hayır dediğinizde yarın keşke evet deseydim üzerinden sizi hafiflatacak bir seçeneğiniz kalmıyabilir. Ülkemiz’in gittiği istikamette artık ihtimaller yok. Bir tek çıkış üzerinden dayatıyor kendini tercih : sorularımıza ağız dolusu “Evet“ diye bağıracak bütün çocuklarımız için. denge gazetesi
Bu görüşüm, altını çizerek tekarar ediyorum : syasî tercihimle hiçbir ilgisi yok. Referandumda oylanacak Anayasa Reform Paketi’nin AK Parti tarafından hazırlanması ; referandum kampanyasında AK Parti’nin « evet », CHP ve MHP’nin « hayır » için uğraşmaları beni ilgilendirmiyor. Bütün samimiyetimle ifade edeyim ki, eğer bu paket AK Parti tarafından değilde CHP veya MHP tarafından getirilmiş olsaydı, ben gene hiç terreddüt etmeden « evet » oyunu savunurdum.
Zira, birkaç gün sonra oylanacak değişikliklerin hepsi bu ülkede yaşayan herkesin çıkarına olan, demokrasiye ve hukuka uygun değişikliklerdir. Avrupa Birliği ülkelerindeki uygulamalar ülkemize taşınıyor. Hukuk sistemimiz, “küçük bir zümrenin” denetiminden kurtarılıyor. Geçici 15. Maddennin kaldırılarak derbecilerden hesap sorabileceğimiz bazı düzelemeler yapılıyor. Bu değişikliklerden sonra bir Genelkurmay Başkanı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na emir verip savcıları işinden attıramayacak. Bu baskıcı sistemin en önemli kilitlerinden biri çözülecek. Antidemokratik uygulamalarıyla Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren cuntacılardan hesap sorulabilecek. Bunlar “Yeni Türkiye” için yeniden güçlü bir umut doğaran büyük ve önemli bir değişimlerdir.
Doğrusu benim anlamakta zorlanıdığım nokta, bu “hayır” diyenlerin niye “hayır”‘ı savundukları. Onlar, “bu değişiklikler demokrasiye aykırı” demiyor, onlar, “bu değişiklikler AKP’nin işine yarar” diyor. Bütün bakış açıları "Birinci önceliğimiz AKP’nin zayıflatılmasıdır, AKP’yi zayıflatacak her şeyin yanında ve AKP’nin savunduğu her şeyin karşısında olacağız… AKP’yi sahneden indirmek için ne gerekirse yapacağız…" anlayışı yatıyor, ki bu da onlar’ın siyasi bir tercihidir…
Ama şu sorunun cevabınıda istiyorum : Eğer solcuysanız, Kürtseniz, Aleviseniz ve bu ülkedeki geleneksel statüko yapısından zarar görüyorsanız, bütün demokratikleşme gelişmeleri AKP'nin “sahneden indirilmesi” üzerinden değerlendirmek acaba nasıl bir sonuca yol açabilecek, nasıl bir “çözüm”e temel oluşturabilecek hiç düşündünüz mü? Kürt ve Alevi sorununlarının çözülmemesi için sistemi on yıllardır kilitleyen “Derin Devlet“ yapıların, bu yeni paket sayesinde, hakkaniyetle yargılanacak olmasını engellemiyor musunuz? Kürt ve Alevi sorunlarının çözümünü engelleyenlerin, faili meçhul infazları yaptıranların suçları ortaya çıkarılmadan bu sorunlar çözülebilir mi? Birazda olsa düşüp bu gerçeleri görmemiz gerekmezmi?
“Neden 13 Eylülde daha özgür, hukuktan yana ve daha çoğulcu bir sabahla uyanmayalım da, bilinmez bir geleceğe erteleyelim “Yeni Türkiye”’nin demokrasi hayallerimizi? Sırf bu değişikliği AKP yapmasın diye, değer mi onca zulmü sürdürmeye? Yoksa CHP-MHP koalisyonunu daha olumlu bir seçenek olarak mı değerlendiriyorsunuz? Bu partiler İktidara gelince Kürtlere, Alivilere AKP’den daha mı sıcak bakacaklar? Kadın konusunda, gayrımüslüm azınlıklar konusunda, birey, farklılıklar gibi başlıklarda daha ileri projeler mi öne sürücekler? Bize daha özgür, daha renkli, daha çoksesli bir proje, daha insanca bir yaşam mı sunacaklar?
Birkaç gün önce, referandumda “evet” diyeceklerini açıklayan, ülkenin en değerli sanatçı ve ebebiyatçılarına, bakın CHP lideri neler söylüyor : “Bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse herhangi bir iktidar, örneğin Orhan Gencebay’ı veya Sezen Aksu’yu sevmeyen bir siyasi iktidar onlara hayatı cehennem edebilir.” Aynı CHP başkanı, sinsi bir üzüntü edasıyla devam ediyor: “Tabii, biz bunu istemiyoruz. Hiç kimse için hiçbir yurttaş için hayat cehenneme dönmemelidir!.. “Evet” derseniz bir gün gelir başınızın belaya girdiğini görürsünüz.”
Bu gibi seçim konuşmalarını izledikçe, mevcut haliyle tabloyu değerlendirdiğimizde; referandumun iktidarın gerçek kaynağı olan halkın menfaatine mi, zararına mı olduğundan ziyade, bunun iktidara ne kadar yarayacağından bahisle ve bu noktadan hareket ile bir bakış açısı ve bunun dolayımında yürütülen bir siyasi tartışma sandıktan çıkan evetleri, hayırları ve yine sandığa gitmeyen boykotları siyasallaştırmaktan öteye geçmez. Demokrasi, bağımsız yargı, insan hakları dolayımında böylesi adımlara zarar verir. Bu angajman çabası ancak milletin iktidarın kaynağı olma yolundaki adımları blokaja uğratmaktan başka bir işe de yaramaz. Bu nedenledir ki, değişikliğin mahiyetinden ve getirilerinden ziyade; bu ve benzeri söylemler siyasallaşmış bir ideolojik okumanın ürünü olup, siyaset magazini olarak değerlendirilmekten öteye geçemez. Bu sebeple oy kullanacak olanların yahut sandığa gitmeyecek olanların siyasi parti zemininden ayrık olarak ferdi olarak düşünüp oyunu kullanması ya da bir biçimde karar vermesi gerekmektedir. Zira oylanan bir ideolojik durum değildir, bu açıdan bakmak ekseni kaydırma çabasından başka bir şey olamaz.
Anayasa değişikliklerinin demokrasi açısından ne ifade ettiğini, ne gibi artı ve eksilere sahip olduğunu AK Parti ile ilgili hislerden bağımsız olarak değerlendirilmediği sürece, tabloyu sağlıklı bir şekilde okuyabilmek mümkün olamaz. Yarın AKP gider, bu değişiklikler kalır. Anayasa değişikliğine asıl direnen, evet asıl olarak direnen statükodur, statükoculardır. Bunlar, demokratik gelişmeye ve toplumsal barışa karşı var gücüyle direniyor!
Asıl önemlisi şu ki...Statükoyu sadece yargı kurumları ile sivil ve askeri bürokrasinin rejim üzerindeki vesayetinden ibaret sanmak bu direnci tam olarak anlamayı ve aşmayı engelliyor. Doğrudur; statükonun "yuva"sı devlettir. Fakat statükoculuk çok geniş bir "coğrafya"dır. Toplumun çeşitli kesimlerine ve çok derinlere nüfuz etmiştir. Dilerim, Muhaliflerin, Kürtlerin, Alevilerin ve solcuların statükocuların yarattığı rüzgarın etkisinde kalıp gitmezler...
Siyasi, özgürlükçü sol ve sosyal demokratik duruşu benimsemiş biri olarak, bu düezenlemelere “evet“ demek kadar siradan ve doğal ne olabilir? Makul bir soldan beklenen, herhalde demokratik bir rejimin en sıradan yurtaşlık haklarına karşı çıkması değil; bu haklardaki en ufak bir genişlemelerin öncellikle kendi çıkarına olduğunun farkına varması ve bu hakları daha ileriye götüreceğini, AKP gibi muhafazakâr bir partinin paketindeki “yoklar“ listesini (zorunlu din dersileri, cemevleri’ni ibadethane olarak kabul edilmesi, anadilde eğitim yasağı, yüzde 10 seçim barajı, kamu emekçilerinin sendikal hakları üzerindeki halen mevcut olan kısıtlamalar ve daha bir sürü şey) vurgulayarak kendi iktidarında özgürlükçü bir anayasa değişikliğinin toplumun bütün mağdur kesimleriyle omuz umuza gelerek nasıl yapılacağını anlatmaktır.
Bunu yaptığımız oranda da siyaset, insan hayatını kolaylaştıran katma değerlerin üretildiği bir mekanizma olacaktır. Aksi halde siyasetçi ile vatandaş arasındaki yönetim/yönetilme ilişkisi hep “sürü-çoban” mantığıyla kurgulanmaya devam edecektir. Bilindiği gibi : Demokratik sistemlerde kurucu irade halktır. Halkın bu iradesinin yansıma imkanlarından birisi de önümüzdeki Pazar günü yapılacak halk oylamasıdır.
Evet, Türkiye‘nin tarihi kavşaklarından birisi yaşanacaktır bu 12 Eylül‘de. Referandum Peketi’ine getirilerinin ve götürülerinin siyaset zeminine taşınmadan tartışılması herkesin boynunun borcudur. Bugünde hayır dediğinizde yarın keşke evet deseydim üzerinden sizi hafiflatacak bir seçeneğiniz kalmıyabilir. Ülkemiz’in gittiği istikamette artık ihtimaller yok. Bir tek çıkış üzerinden dayatıyor kendini tercih : sorularımıza ağız dolusu “Evet“ diye bağıracak bütün çocuklarımız için. denge gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder